⚾ 500 Yıldır Kuran Okunan Yer

Esasatte sabah ve akşam 2 defa 100 estağfurullah, 100 la ilahe illallah, 100 salavat söylenip, 1000 veya 1600 kez toplu halde La ilahe illallah veya ‘Allah’ denileceği gibi ibareler yer alıyordu. Mehmet Kemal Pilavoğlu, ifadesinde, “Peygamber ahlakı yolumuz, Kuranı Kerim düsturumuz, her şeyi ondan alır ona göre hareket ederiz. yaniuzun süreli evrensel bir olay ve hareketten bahsedildiği için kozmik (evrensel) bir ölçü olduğu izlenimi veriyor.Ayrıca bin yılın geçtiği tüm ayetlerde ‘’sizin sayageldiklerinizden ‘’dendiği halde ,50 bin yıl için sadece ‘’yıl’’dan bahsedilerek aradaki fark vurgulanıyor. Manisada 1955 yılından beri hafız yetiştiren ve bugüne kadar 1000’den fazla hafızı mezun eden Karaköy Kuran Kursu’nda 20 hafız için tören hafızlık töreni düzenledi. Eğitim 15.09.2018, 16:47 15.09.2018, 17:07. Karaköy Kuran Kursu özellikle 1984’den bugüne kadar 500’den fazla hafız yetiştirdi. Yunusemre İlçe Peygamberi asıl önder ve örnek edinerek yola çıkan ve “Kur’an kitabımdır.” diyerek hayatını onunla bütünleştirmek isteyenlerin teveccühü ve artan talebi sonucu Feyzü’l-Furkân adlı mealimizin ilk baskıları çok kısa bir sürede (Ankara ) bitti. Kuranda yer almayan “kabir azabı”nın dine sokulması, Kuran dışındaki “cennet ve cehennem tasvirleri”nin dinin bir parçası kabul edilmesi ise ahiret inancı açısından sapmadır. Ezanın her yerde aynı şekilde okunan ortak ve Kuran’a uygun sözleri, Müslümanlar arasında birlik hissi uyandırmakta, bu çağrıyı Kuranokunan eve melek girer mi? Melekler Kur'an-ı Kerim okumayı bilmediği için, okuyanların yanına toplaşıp ona salat ve istiğfar ederler.Rahmet melekleri günah işlenen yerden kaçar. İnsanın salih amelleri için birer melek yaratılır; kıyamete kadar o kişi için dua eder.. Kuran okumak neye iyi gelir? Ali Köse: Kur'an okumak mümin kişiyi psikolojik olarak rahatlatır. Kuranı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması sona erdi. TRT1 kanalında yayınlanan yarışmanın 6. sezonunda kazanan isim belli oldu. Ramazan ayı boyunca ekranlara gelen yarışma programı, bu yıl da Ramazan ayının manevi havasına ayrı bir değer katıp “Kur’an ziyafeti” yaşattı. Peki, Kuran-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması kim kazandı? 2022 Kuran’ı güzel okuma IşidKobani'ye Bayrak Dikmesi 114.631 izlenme - 8 yıl önce Reuters, Kobani'nin doğusunda Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) bayrağının dalgalandığını duyurdu. Ajans, bölgeden geçilen televizyon görüntüleri ve Türk bir askeri yetkiliye dayandırarak verdiği haberinde, son günlerde en şiddetli çatışmaların yaşandığı bölgedeki dört katlı bir binanın tepesinde KadirGecesi'ni faziletinden ve Kuran-ı Kerim'in indirilişinden bahseden Kadir Suresinin Türkçe-Arapça okunuşu, anlamı araştırılmakta. Yüce Kitâbımızın son cüzünde yer alan Kadir Suresi okunuşu, anlamı! Kadir Suresi Türkçe meali! Kadir Suresi Kuran-ı Kerim'de kaçıncı sayfada? 14:54 LGS birincisi bu yıl da aynı UhcX. Makaleyi buradan dinleyebilirsiniz… Kuran’da bulunan çelişkiler konusunda, pek çok kişi, sürekli bir şeyler yazmaktadır. Ben, Bilinmeyen Yönleriyle Kuran’ adlı eserinde, Arif Tekin’in yazdığı iki çelişkiyi almak istiyorum. Bunları almamın en büyük sebebi, Kuran’ın nasıl kalıplara sokulduğunu göstermesi içindir. Sonra da, İslam âlimleri durumu kurtarmak için, ayetleri eğip bükmek zorunda kalmıştır. Fakat asla şüphecileri ikna edememişlerdir. Arif Bey kitabında, hiçbir dindarın hoşlanmayacağı pek çok şeyden bahsetmektedir. Pek çoğunun doğru olduğunu düşünüyorum ama, bu durum “Kuran peygamberin kendi yazmasıdır” savını ispatladığını düşünmüyorum. Benim emin olduğum şey, “Kuran gibi bir eser, hiçbir dünya sakini tarafından yazılamaz” olduğudur. Fakat bize anlatıldığı gibi, ortalık asla günlük gülistanlık değildir. Pek çok olumsuzluk ve Peygamberin arzuları da Kuran’a girmiştir. Ben Kutsal mekânların amacına ulaşmak için, hiç düşünemeyeceğimiz yöntemler kullanacağını biliyorum. Günümüze baktığımda da başarılı olduklarını görmekteyim. Onun için, benim ilgilendiğim bölümler, gerçekten bize harika bilgiler veren bölümlerdir. Bu yazımda da başka hiçbir kaynakta olmayan o harika bilgileri paylaşacağım. Başkasının çelişki gördüğü şeyde, benim mucizeler gördüğümü okuyacaksınız. Şekil 1 Dünya zamanına göre, gök katlarındaki zaman Secde 5 O, gökten yere, yukarıdan aşağıya işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir. Mearic 4 Melekler ve Ruh miktarı ellibin yıl süren bir gün içinde ona çıkar. Hac 47 Bir de senden acele azab istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında birgün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. Bu ayetlere, kitabında Arif Tekin’in itirazı şöyle “Secde suresi beş ve Mearic suresi dördüncü ayetler hem ilginç, hem de birbirlerine zıttır. Önce Türkçe anlamlarını verelim “Gökten yere kadar bütün işleri o düzenleyip yönelir, sonra da sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde ona yükselir”; ikinci ayette ise, “Melekler ve Ruh, süresi elli bin yıl tutan bir günde ona yükselip çıkarlar”deniliyor. Bir kere ilk ayette geçen, ona yükselir’ cümlesindeki özne belirsizdir Ona yükselen ne? Ayette bunu kanıtlayacak bir durum söz konusu değil ve zaten çok anlamsız bir ayet. Ama genelde Kur’an yorumcuları, bundan kastedilen, insanın yaptığı işler/ onun amelleridir, demişler. Tabi ki tahmini bir yorumdur. İyi de; ortada farklı bir durum söz konusu. Neden bir ayette bir günlük olan yolculuk bizim saydığımız yıllara göre bin yıldır da, diğer ayetle bu rakam elli kat fazlası oluyor? Bu iki ayet hakkında tefsirlerde öyle garip yorumlar yapılmış ki, adeta bir tiyatroyu aratır şekilde. Ben onları buraya almıyorum. Çünkü gülünç şeylerdir. Merak edenler, Şevkani ve Şüyuti’nin tefsirlerinde bunları görebilirler. Bu iki zıt ayetten ciddi bir sorun daha ortaya çıkıyor. O da, Cebrail ve meleklerin ancak bir günde yukarıya Allah’ın huzuruna çıkabilmeleri olayı. O bir gün de bizim hesabımıza göre ya bin yıldır, ya da elli bin yıldır. Bundan şu ortaya çıkıyor, demek ki Cebrail tek bir sefer bile Hazreti Muhammed’e uğramamıştır. Çünkü Cebrail’in yalnız yukarıya çıkması için sadece gidişi için bizim bin sene veya elli bin sene yaşamamız lazım. Hazreti Muhammed ise 63 sene yaşamış ki, ayete göre Cebrail bu kısa dönemde tek bir sefer bile ona gelememiştir. Hesap ortada. Ama hadisler bu ayetleri yalanlıyor…“ Sayfa 85 Bu durumu; sadece Arif Bey değil, hemen bütün tefsirciler sorunlu görmüş ve anlayamamıştır. Olmadık anlamlar yüklemişlerdir. Arif Bey “ona yükselir “cümlesinde yükselenin ne olduğu belirsizdir” diyor. Eğer Kuran’da tekâmülün varlığını yok sayarsanız, bu ayetler saçma sapan ayetler olurlar. Oysa her iki ayette çok ilginç bilgiler içermektedir. Üstelik bu bilgilere, başka hiçbir kaynakta rastlamadım. Önce “gökten yere, yukarıdan aşağıya işleri düzenler” cümlesindeki “gök”ün neresi olduğunu anlamamız gerekir. Kuran, gök’ kelimesini iki ayrı anlamda kullanmaktadır. Biri uzay, diğeri ise yedi gök katı dediği yerdir. Yani; Şekil 1’deki astral düzey ve onun üstünü gök’ olarak alır. Bilimsel karşılığı ise kuantum dünyaları’dır. Bu ayrımı yapabilmek için ayet; yağmur veya taş yağması ya da yıldız gibi fiziksel bir olaydan bahsetmiyorsa o tanımı öte dünya olarak almak gerek. Ayrıca ahret, cehennem kelimeleri de öte dünyayı kasteder. Karıştırılmaması gereken şey cennet’ öte dünyayı değil, altınçağı tanımlar. Öncelikle evrenin Sicim teorilerinde bahsettiği 11 boyutlu bir yer içinde 10 boyutlu bir kabarcık olduğunu anlamak gerekir. Bu konu epey fizik bilgisi gerektirdiği için çoğu kişinin anlayamayacağı seviyededir. Meraklısı “Evren hakkında her şey” adlı makaleden evrenin yapısını detaylarıyla okuyabilir. Fakat çok kısa olarak burada da değinmeye çalışayım. Evren, Astral düzeyden başlayan 7 katlı bir yapı içerir. Astral düzey 3 mekân 1 zaman boyutludur ve oranın yansıması, içinde yaşadığımız evreni oluşturur. Astral düzeyden yukarısı ise gittikçe artan bir boyut yapısına sahiptir. Kuranın 7 gök katı dediği bu katlardır. Bu katlar ârş dediği 11 boyutlu bir yerin içinde, bir kabarcık şeklinde dürülmüş vaziyettedir. Dürülme kelimesi Kuran’ın da kullandığı bir deyimdir ve evrenin sonsuz, kapalı ve sınırlı bir hacme sahip olduğunu vurgulamak için seçilmiştir. Durumu şekil 1’den anlamaya çalışabilirsiniz. İşte o şekilde zaman geçmesi de boyutlarla değişime uğramaktadır. En altta bir gün dünya zamanıyla bin yıla tekabül eder. Bunu şöyle anlamalıyız. Dünyada geçen 24 saatlik bir zaman, astral düzeyde geçtiğinde, dünyada bin yıl geçmiş olur. Oradan biri, bizi seyrederse çok hızlanmış olarak görecektir. Onun bir gününde dünyada birçok nesil doğup ölmüş olacaktır. Bu rakam Hac 47 ayetindeki anlatımın karşılığıdır. Gök katlarında zaman farklı aktığı için, daha doğrusu Planck zamanı gittikçe küçüldüğü için, her katta zaman farklı geçecektir. Elbette Kuran’dan beklentim bu zamanların en altıyla en üstünü vermesi olacaktır. En altını bulduk, en üstünü de Mearic 4 ayeti verir. Genelde bu ayeti bir yolculuk olarak alırlar. Oysa burada tekâmül sisteminin sonuna vurgu vardır. Kuran, her fırsatta, “O’ndan geldiniz, O’na döneceksiniz” uyarısını yapar. İşte buradaki 50 bin yıl tanımı, bu zamanı söyler. Yani ayet, dünya zamanıyla, 50 bin yıl süren bir günün varlığından bahsediyor. Öyle bir gün geldiği zaman, Melekler ve ruh O’na yükselir. Bu gün ise, öte dünyanın en son noktasını temsil eder. Tüm varlıklar, evrende, paralel evrenlerde, öte dünyada ya da bilmediğimiz her ne varsa hepsi ve her şey tekâmül eder. Tekamülün bilinçlenmek olduğunu söyleyip duruyorum. Yani hem IQ hem de EQ yönüyle zekâ geliştirmek, tekâmül etmektir. Bu da bizim sürekli gelişmemizi sağlar. Tekâmül ederek O’na yani, Kaynağa doğru yükseliriz. İşte 50 bin yıl süren o güne gelen her varlık tekamül sürecinin de sonuna gelmiş olur. İkiz ruhuyla birleşerek evrenden çıkıp, Kaynakla bir olur. Şekil 2 Öte dünya ile görünen evren arasındaki zaman ilişkisi Secde 5 ayeti işlerin yani oluşumun yukardan aşağıya doğru düzenlendiğini anlatır. Bu oluşum yönü doğal süreçtir. Bu süreç Büyük Patlamadan günümüze doğru olan süreci anlatır. Büyük patlama; ârş dediğimiz 11 boyutlu uzayda olmuş ve sırasıyla evren soğuyup genişledikçe 10, 9, 8, 7, 6, 5, 4 boyutlu gök katları oluşmuştur. İçinde bulunduğumuz görünen evren çok daha sonraları oluşturulmuştur. Şekil 1’de ok yönleri evrenin oluşum ve yok oluş yönleridir. Ayetlerde bahsedilen yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarı işlerin gösterimidir. İşte yukardan aşağıya oluşan sistemin, birde aşağıdan yukarıya dönüşü vardır. Yukardan aşağıya olan kısmı “O’ndan geldik” sürecidir ki! Bu süreç doğal süreçtir ve tamamlanmıştır. Şimdi ise “O’na dönme” sürecini yaşamaktayız ki! bu dönme süreci, doğal değil ve hâlâ daha devam etmektedir. Doğal değil çünkü, doğada her iki yöne doğru doğal akım olmaz. Dere aşağı akar ama yukarı akabilmesi için enerji ve iş gerekir. İşte, sürecin tersine akabilmesi için, enerji ve iş gerekir. Bu işin adına tekâmül diyoruz ve her şey bu tersine akışın gerçekleşebilmesi için, organize edilmiştir. O’na dönüş süreci “sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir” diyerek bu sürecin zamanını vermektedir. Bu süreç şekil 2’de E sütununda gösterilmiştir. Orada her kuantum katında yada Kuran’i deyimle gök katında geçen zaman gözükmektedir. Bu zamanların toplamı 1000 yıldır. fakat bu bin yıl öte dünya zamanıyladır. Görünen evrenin zamanıyla bu süre yıldır. Bu sürenin 60 bin yılını bitirdik. Önümüzde 3997 yıl kaldı. Onun da 3000 yılını Süper insan bedenlerinde, gerisini bedensiz olarak tekâmül ederek tamamlayacağız. Aslında öte dünyanın zaman olarak normal bir akışı var ama isteyen ruh, bir zaman halkasına geçerek kendisi için zamanı durdurabilir. Ayrıca orada gezegen olmadığı için gün veya yıl için bir referans noktası yoktur. Onun için bir gün denilebilecek bir zaman yoktur. Kuran bu konuda bir kabul yapmaktadır. Şekil 1’de Kuran’ın verdiği bilgilere göre oluşturduğum zaman farkları gözükmektedir. Her level’da 1 güne karşılık gelen dünya zamanı, durumu özetlemektedir. Bu tabloya göre ikinci Gök katı sonuna yaklaşmış olan bizler, 80 yıl yaşayıp öldüğümüzde öte dünyada yaklaşık 8 dakika geçmiş demektir. Bu durum şekil 2’de C sütununda gösterilmektedir. ————————————————————- Kaf 38 Andolsun ki biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık, Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı. Fussilet 9. De ki “Siz yeri iki günde yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de O’na eşler koşuyorsunuz ha? O bütün âlemlerin Rabbidir.” Fussilet 12. Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. Bu ayetlere, kitabında Arif Tekin’in itirazı şöyle a Fussilet suresi dokuzuncu ayet “De ki Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip ona ortaklar mı koşuyorsunuz?” Burada o altı günden iki günü yere ayırdığı belirtiliyor ve devam ediliyor. b Fussilet onuncu ayet “O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.” Dikkat edilirse daha önce verilen altı gün burada bitti; yalnız daha göklere sıra gelmedi. Devam ediliyor. c Fussilet on ikinci ayet “Böylece onları gökleri, iki günde yedi gök olarak yarattı.” İşle burada hesap yanlış! Ayetlerde harcanan zaman toplu halde belirtilirken altı gün deniliyordu; görüldüğü gibi detay kısmında sekiz gün geçiyor. Peki, neden böyle ve nasıl bir çözüm bulunmuş? Bunu da hemen belirtelim. Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirmek, bereketler, gıdalar yaratmak için dört gün derken, daha önce dünyaya verilen iki gün de bu dört güne dâhilmiş. Durum bu olunca tabi ki çelişki ortadan kalkıyor gibi bir kurtarma. Nesefı bu ayetle ilgili, yorum yapmazsak sekiz gün olur ki, bu da önceki ayetlerle çelişir diyor. Görüldüğü gibi ortada çok basit bir hesap yanlışı var. Bunun da nedeni, ayetlerin farklı zamanlarda oluşturulması ve konuya ilişkin daha önce söylenen ayetlerin farkına varılmamış olması. Göklerle yer hakkındaki ayetler ve diğer bazı konularda bir sahâbinin çıkışı var; hemen onu buraya alalım. Hadis Buhari’de geçiyor. Adam İbn-i Abbas’a, “Ben Kur’an’da birbirleriyle çelişik ayetler görüyorum” diyor ve örneklerini sıralıyor. Hadiste birçok örnek ayet var; ancak konumuz olan yerle gökler hakkındaki sorusunu buraya alıyorum. Şunu soruyor Ben göklerle yer hakkındaki ayetlerden anlamadım. Bir yerde diyor altı günde yarattım, bir başka yerde sekiz gün diyor. Bazı ayetlerde önce göğü, sonra yeri yarattım diyor; ama tam tersine önce yeri sonra da göğü yarattığını ifade eden ayetler de var. Mesela Fussilet suresinde ilkin yerden başladığını, içindeki dağ, nebatat her ne ise var ettiğini, daha sonra göklere yönelip onları iki günde yarattığını söylüyor. Ama Nazirat suresinde tam tersi söz konusudur Burada, ilkin gökleri ve gece ile gündüzü yarattığı, ondan sonra da yerküreyi döşediği söz konusudur, diyor. Adam haklı, gerçekten böyledir. İşte burada iş kurtarma yorumlarına kalıyor. O da şöyle Allah ilkin hammadde olarak dünyayı yaratmış ve düzenleme yapmadan böylece bırakmış. Ondan sonra gökleri yaratmış ve onları dünya gibi ara vermeden hemen düzene koymuş. Yani onlar için yaradılışla tekâmül aynı anda olmuş. Onları bitirince bu sefer daha önce yaratıp da hammadde olarak bıraktığı dünyaya son şeklini vermeye yönelmiş gibi bir savunma. Bu varsayıma göre tanrı dört gününü dünyaya, kalan iki gününü de ilim evrene harcamış oluyor. Yorumcular burada kaş yapayım derken göz çıkarmış oluyorlar. Çünkü bilim, dünyanın çok sonraları güneşten dolayısıyla göklerden/uzaydan kopup oluştuğunu ispatlamıştır. Hele sorulara muhatap olan sahabi İbn-i Abbas da, Hazreti Muhammed vefat ettiğinde ben daha yeni sünnet olmuştum, kimi rivayetlere göre de, 15 yaşındaydım, diyor. Bu durumda Hazreti Muhammed’den ne almış olabilir ki, kalkıp milletin sorularına yanıt vermiş olsun? Sayfa 86 Ben Fusilet 10 ayetini bu üç ayetten ayırıyorum. Çünkü o ayet, farklı bir şeyden bahsediyor. Öncelikle Kuran, Kaf 38 ayeti gibi birçok ayette “biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık” diyor. Fussilet 9 ayetindeyse sadece yer’i iki günde ve Fussilet 12’de, sadece göğ’ü iki günde yarattığını söylüyor. Kaf 38 ayetinde bunlara ek olarak birde, “ikisi arasındakileri” zikrediyor. Buradan benim anladığım şey, yedi gök katının iki günde, görünen evrenin iki günde ve aralarındakilerin de iki günde yaratıldığıdır. Aralarındakiler’ ile kastettiği şey, ruh’ların tekâmül sürecidir. Daha anlaşılır söylemek gerekirse Gökler=O’ndan gelme süreci. 7 gök katının oluşumu. Yer=Görünen evrenin oluşumu. Arasındakiler=O’na dönme süreci. Ruhların tekâmül süreci Bu süreçte evren sona erecektir. Yani oluşum sürecinin tersi olacaktır. Gelelim Fussilet 10 ayetine. Orada bahsettiği şey ise, görünen evrenin başlangıcından hayatın başlaması ve insan oluşumunu da kapsayan süreçtir. Fussilet 10 Fussilet 10. O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu. İnsan 1 Gerçekten insan üzerine dehirden zamandan öyle bir müddet geldi ki o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi. Fussilet 10 ayetindeki süre ile kastedilen şey, İnsan 1 ayetinde, insan oluşumuna kadar geçen süreyi de kapsayan süredir. Yani görünen evrende yıldızlardan başlayan sürecin, mikroorganizmadan devam ederek, insana gelene kadar geçen süredir. Görünen evrende insanın oluşumuna kadar geçen süredir ki! bu sürenin altı günlük zamanla ilişkisi yoktur. Bu zaman kendi başına değerlendirilmelidir. Yani yer, iki günde yaratılmış ama, bu dört gün o zamanın içindeki bir zaman dilimidir. Bu dönemin dört gün olması zaman genişlemesi dolayısıyla daha uzun olmasına rağmen, iki günde yerin yaratılmasının içindeki bir zaman dilimidir. Fakat bu rakamlar tamamen bir fikir vermek içindir. Yoksa altı günde evren yaratılması diye bir şey yoktur. Çünkü bu süreçlerin plânlandığı yerde zaman geçmesi diye bir kavram yoktur. Yukarıda öte dünya zamanıyla bir kıyas yapmıştık ama durum karıştırılmasın. Plânların yapıldığı yer Ârş’tır. Orada zaman geçmesi diye bir durum yoktur. Onun içinde ne zaman geçmesi, nede süre vardır. Fakat yanlış anlaşılmasın zaman vardır ama, bir olayın gerçekleşmesi için zamanın geçmesi yoktur. Her şey anında olur. İşte “O, ol deyince olur” bu durumun tezahürüdür. Fussilet 10’da ki dört günlük zaman görünen evrenin bu güne kadarki yaşıdır. Bildiğiniz gibi bu zaman 13,6 milyar yıldır. Zamanın görünen evrende farklı, öte dünyada farklı ve Ârş’ta farklı bir yapısı vardır. O konuyu daha detaylı olarak “Zamanın Yapısı” adlı makaleden okumanızı öneririm. Eğer özetlemek gerekirse; öte dünyanın oluşumu iki gün, görünen evrenin oluşumu iki gün ve ruhların oluşumu iki gün olunca toplam altı günde işler tamam olmuş oldu. Fakat bunlardan ruhların oluşumu henüz tamamlanmadı. Süreç devam ediyor. Ruhlar her ne kadar görünen evrene enkarne olsalar da asıl mekânları öte dünya olduğu için Fussilet 10 ile ilişkileri yoktur. Onlar kendi süreçlerini öte dünyada yaşayarak tekâmül ederler ve o tekâmül süresine de iki gün verilmiş. Fussilet 10 O, yerin üstünde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada araştırıp soranlar için rızıkları tam dört günde belli bir seviyede takdir edip, düzene koydu Fussilet 11 Sonra dumansız ateş halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye “İsteyerek veya istemeyerek gelin.” dedi. Her ikisi de “İsteyerek geldik” dediler. İki ayeti birlikte değerlendirdiğimiz zaman, bu ayetlerde evrenin oluşum ve gelişim sürecini görmekteyiz. Fussilet 10 ayeti görünen evrenin oluşum sürecini, Fussilet 11 ayetinde ise, oluşan şeyin kaynağa dönüşünü görmekteyiz. Yani bu süreç evrenin yaratılma süreci içinde, farklı bir kategoridir. Burada isteyerek ya da istemeyerek geriye dönüşün sebebi Fusilet 10’daki dağlar ve rızıklar olduğunu görmekteyiz. Bu da benim anlatmaya çalıştığım maddenin tekâmül ederek O’na dönmesi sürecini anlatmaktadır. Yani ruhlar önceleri istemeyerek, sonralarıysa isteyerek tekâmül ederek O’na dönerler. Daha açık bir ifadeyle ruhlar, kıyamete kadar geçen süreçte istemeyerek, kıyametten sonraysa isteyerek tekâmül ederler. Dünyaya enkarne olmalarına rağmen dediğim gibi, onlar tüm süreci öte dünyada yaşarlar. Makalelerimde tekâmül eden ruhun, evrenden tanıdığımız atomun dumansız ateş’ hali ya da bilimsel karşılık olarak olasılık dalgası olduğunu anlatmaya çalıştım. Yani evrende bulunan her atom, tekâmül ederek kaynağa geri dönecektir. Süreç Atomdan başlayarak sicime kadar sürecek ve sonunda her şey O’na dönecektir. Her tekâmül edip kaynağa dönen atom, evrenden bir atom eksiltir. Böylece evren sürekli kütle kaybetmektedir. Fakat sistemde o kadar çok tekâmül edilebilecek mekanizma var ki! tekâmül işi çok çok hızlı devam etmektedir. Sanırım görünen evren gibi, sayısız evrende, tekâmül işlemi devam ediyor. Onun için, evrenin kaçış hızı madde eksilmeye devam ettiğinden, gittikçe artmaktadır. Karanlık maddenin de, görünen maddeden beş kat fazla olması, tekâmül sürecindeki ruhların görünen maddeden çok daha fazla olduğunu gösterir. Çünkü karanlık madde, şu anda tekâmüle sokulmuş ruhlardan oluşmaktadır. Kuran bir kalıp düşünceye uymaya zorlandığı için pek çok ayet, o düşünceye uymadığından tevil edilmektedir. Eğer sistemi anlarsanız, her şey çok başka anlam kazanmaktadır. Mantıksızlıklar mantığa dönüşmektedir. Tıpkı, tekâmül olgusunu Kuran’dan atarsanız, buradaki ayetleri anlayamayacağınız gibi… Buna güzel bir örnek Fussilet “Her göğe kendi işini bildirdi” veya “Biz en yakın göğü kandillerle süsledik” ayetidir. Ana mantığı anladığımız için Her gök’ ile kastedilenin şekildeki 1’den 7’ye kadar gök katları olduğunu anlıyoruz. Hepsinin vazifeleri vardır. Yani hepsi bir level’dır ve sıra ile geçilmeleri gerekir. Peki, bu level’ları geçmesi gereken nedir? İşte onun da en yakın gökteki kandiller’ olduğunu anlıyoruz. En yakın gök’ ile kastedilen “astral düzeydir” ve tekâmül etmemiş maddenin tümü oradadır. Kısacası astraldaki kandiller kısım kısım tekâmüle sokulup gök level’larında yükselerek O’na varırlar. Arif Beyin de merak ettiği yükselen şey, o kandillerdir. Kandillerin bilimsel karşılığı atom ya da madde, dinsel karşılığı ise ruhtur. Fakat bir maddenin ya da atomun ruh olarak anılabilmesi için, tekâmül sürecine sokulmuş olması gerekir. Tekamül sürecine sokulmuş maddenin bilimsel karşılığı süpersimetrik parçacıklardır. Ayetlerde geçen koruma işlemi ise, enerji düzeyinde olmaktadır. Astral düzey ve üzerindekiler çok yüksek enerji seviyelerine sahiptir. Ayrıca ışık hızı koruması da vardır. Aslında bu konu Kuran’da iki yerde daha anlatılmaktadır. Tefsircilerin başına ağrıtan ayetleri de inceleyelim. Saffat 6. Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık. Saffat 7. Ve her türlü inatçı-âsi şeytandan koruduk. Saffat 8. Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce konseyi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulurlar; Saffat 9. Kovulurlar. Ve onlar için, yakalarını bırakmayan bir azap vardır. Saffat 10. Yüce konseyden bir söz çalıp çarpan olabilirse de onun peşine hemen delici, alevli bir yıldız takılır. Yaşar Nuri Öztürk meali Hicr 16. Yemin olsun, biz gökte burçlar oluşturduk ve onu/onları, seyredenler için süsledik. Hicr 17. Ve onu/onları, her kovulup taşlanmış şeytandan koruduk. Hicr 18. Ancak kulak hırsızlığı eden olur; onun peşine de parlak bir ateş alevi düşer. Yaşar Nuri Öztürk meali Fusilet 12’deki en yakın göğün kandillerle süslenmesi, Saffat 6 ayetinde de, Hicr 16’da da görülmektedir. Birinde yıldız, diğerinde burçlar olarak çevrilmiş. Her üç anlamda, aynı şeyi anlatır. Bu anlatım öte dünyanın en altında olan maddenin bize yansımasıdır. Biz onları yıldız ya da gezegen olarak görmekteyiz. Yani oradaki madde dediğimiz enerjinin hologram görüntüsü, görünen evrendir. Fusilet 12’deki koruma işlemi Saffat 7 ve Hicr 17’de de görülmektedir. Korunan şeyler aslında yıldızlar değildir. Yıldızlar; astraldeki maddenin görünen evrene yansımasıdır. Onun için yıldız olarak korunmaları söz konusu değildir. Onların ancak öteki dünyadaki yapılarına ulaşmamız engellenmektedir. Aslında engelleme diye bir şey yoktur. Sadece çok büyük enerji farkı yüzünden onlara ulaşamayız. Saffat 7 ve Hicr 17’de ki engel odur. Ayrıca sadece enerji farkı engel değildir. Bizim hologram yapımız gereği ışık hızı engeli de vardır. Fakat Saffat 8de çok önemli başka bir detay daha vardır. Bu işlerin Yüksek konsey ile bir ilişkisinin olduğunu görmekteyiz. Sistemin yapısını anlayan kişinin bu işlerle, Yüksek konseyin ilişkisini anlaması kolaydır. Çünkü, bahsedilen yapı, yüksek konseyinde bulunduğu, öte dünyadır. Her ne kadar Yüksek Konsey bu sürecin daha üstündeyse de, onun hakkında bilgi almaya yönelik, ayette denilen, kulak hırsızlığı gibi, bir işlem olduğu anlaşılmaktadır. Zaten ayette, Yüksek Konsey hakkında bilgi edinemeyeceklerini söyler. Çünkü enerji seviyesi olarak onun düzeyine çıkamazlar. “Yakalarını bırakmayan azap” ya da “parlak bir alev” işte bu yüksek düzeydeki enerjidir. Anladığım şey birileri tarafından öte dünya hakkında ciddi girişimlerde bulunulmuş. Hatta bir miktar başarılı da olunmuş ama, asıl yüksek seviyelere ulaşılamamış. Bu durum bana parçacık hızlandırıcıları anımsattı. Oralarda katında proton, nötron, elektron ve katında kuark parçacıklarını elde edebildik. Fakat daha yüksek enerji seviyesine, henüz ulaşamadık. İşte yüksek konsey 5, 6, katlarında olduğu için, onlar hakkında bir veriye ulaşamadık. Yani bilim, parçacık hızlandırıcılarla öte dünya hakkında bilgi elde edebilmektedir. Konu çözülemeyen çelişkiler olunca yaratıcının ol deyince olması durumuna da değinmem gerek. Bakara 117 Bakara 117 O, göklerin ve yerin yoktan var edicisidir ve O, bir işin olmasını murad edince, ona yalnızca “ol!” der, o da hemen oluverir. Ayetiyle, Allah’ın evreni altı günde yaratması arasında çelişki gözükmektedir. Onun için bu günleri, zaman değil, evre/ aşama olarak çevirenler de vardır. Ben de bu günlerin zaman olarak alınması taraftarı değilim. Bu tanımlar olayın anlatılması için seçilen yoldur. Fakat yine de, ol deyince olma durumunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Şekil 3 Zaman genişleme çizelgesi zamanlar gök katları sınırlarındaki değerlerdir Durumu anlayabilmek için, şekil 3’ü inceleyelim. Dünyada 50 bin yıl geçtiğinde Astral düzeyde 50 gün, katı sonunda 1 gün geçer. Eğer dünyada 1 milyon yıl geçerse astral düzeyde 1000 gün, katı sonunda 20 gün geçmiş olur. Fakat her iki durumda da Ârş’ta hiç süre geçmez. Bu durum orada zamanın olmadığını göstermez. Ârşta olmayan şey zaman genişlemesidir. Eğer zaman olmasaydı eylemde olamazdı. Oysa orada eylem oluşur ama bu eylemin oluşması için süre geçmez. Her şey, anında olur. Elbette orada olan eylemler bizim dünyasal işlerle paralel değildir. Bu durum yukarda linkini verdiğim zamanın yapısını anlatan makaleden daha detaylı okunabilir. Hatta bu yapı evrenin blok evren olmasını da gösterdiğini orada görebilirsiniz. İşte ayette bahsedilen olay bu durumu anlatıyor. Kaynak, bir program yaptığında, sonucunu anında alır. Fakat yaptığı programın içinde, zaman genişlemesi durumu vardır. Bu durum, İnsepcion filmindeki rüya içinde rüya, görmek gibi düşünülmelidir. Çünkü tekâmül denilen sürecin yaşanması durumu söz konusudur. Bilinç ne kadar azsa tekâmül için o kadar uzun süre gerekmektedir. İnsan olarak en alt düzeyde olduğumuz için en uzun süreci biz yaşarız. Tekâmül edip gök katlarında ilerledikçe tekâmül için geçen süre azalacaktır. Kuran, insanı Tin 2 ayetinde “Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık” demektedir. İnsan aşağıların aşağısından başlayarak tekâmül edecek ve O’na varacaktır. Şekil 3’de görüldüğü gibi gün’ diyebileceğimiz tek bir süre yok. İşte evrenin yaratılmasındaki altı gün sadece bilgi verilmesi amaçlıdır. Yoksa gün geçmesi gibi bir durum yoktur. Ayrıca Secde 5 ve Mearic 4 ayetlerinin ne harika bilgilerle dolu olduğunu görebiliyoruz. Bu bilgilere başka hiçbir kaynakta rastlamadım ve sanırım bilim bu bilgilere, yüz sene daha ulaşamaz. Ve tüm sistemin asıl amacının tekâmül olduğu, her bilgiden fışkırıp durmaktadır. Seyfullah DEMİRPlease follow and like us Saray'da 24 saat kesintisiz Kuran okuma geleneği, Mısır'ın fethinden sonra Kutsal Emanetler'in İstanbul'a getirilmesiyle birlikte bizzat Yavuz Sultan Selim tarafından başlatıldı. Saray'ın müze olmasıyla 56 yıl kesintiye uğrayan gelenek 1996'dan bu yana yeniden uygulamada. 1980-1996 arasında ise Saray'da Kuran sadece gündüzleri okundu. Topkapı Sarayı'nın Kutsal Emanetler Bölümü'nde, tam 500 yıl önceki gibi 24 saat kesintisiz Kuran okunuyor. Yavuz Sultan Selim tarafından başlatılan gelenek ya da 5 asırlık nöbetin bugünkü bekçileri, sesi ve diksiyonu düzgün adaylar arasından seçilen 12 hafız. Dokuzu gece, üçü gündüz Kuran okuyan hafızların hepsi, başta ilahiyat fakülteleri olmak üzere dört yıllık üniversitelerden mezun. Çoğu bir ya da iki yabancı dil biliyor. Arapça ve İngilizce'yi iyi konuşan hafızların Kur'an-ı Kerim'i 24 saat kesintisiz okumasının neticesinde, günde bir hatim indirilmiş oluyor. Başka bir ifadeyle, 606 sayfalık Kuran bir günde bitiriliyor. Ertesi gün tekrar başlayarak okuma işi sürekli devam ettiriliyor. "Günde ortalama bir hatim bitiyor. Bu da yılda 365 hatim demek" diye konuşan hafızlar, "dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok" diyorlar. Gerçekten de bu gelenek Türkiye ve İstanbul'a mahsus. Kâbe'de 24 saat tavaf var ama 24 saat Kuran okuma uygulaması yok 1517'deki Mısır seferinden, aralarında Hz. Muhammed'in Hırka-i Şerifinin ve sancağının da yer aldığı kutsal emanetlerle birlikte İstanbul'a dönen Yavuz Sultan Selim, Topkapı Sarayı'nda manevi atmosferin devam etmesi için kutsal emanetlerin konduğu Has Oda'da Kuran okutmaya başlamış. Kendisi başta olmak üzere, 40 hafızın nöbetleşe sürdürdükleri Kuran okuma uygulaması uzunca bir süre Has Oda'da devam etmişAncak Saray'dan paha biçilmez bir Kur'an-ı Kerim'in çalınması üzerine 1999'da bu odada Kur'an okumaya son verilmiş. Hafızlar, şimdi Kur'an-ı Kerim'i, kutsal emanetlerin yer aldığı Has Oda'nın dışında Arz Odası ya da Arzhane denen bölümdeki bir kulübede okuyorlar. Hepsinin en büyük emeliyse eskiden olduğu gibi yine, geleneğe uygun şekilde Has Oda'nın içinde Kuran okumak. Saray'dan gece yükselen ses Akşamları, Topkapı Sarayı boşaldığında hafızlar yalnız kalıyor ve genellikle de bir saat arayla nöbet değişikliği yapıyorlar. Peygamber'in ayak izinin yer aldığı platformun tam karşı çaprazındaki kulübede, geceleri tek başına Kur'an-ı Kerim okuyan hafızlar, seslerinin yankı yapması ve etrafın sessizliğinden dolayı bazen ürperdiklerini söylüyorlar. Adem Demir. Alihan MESTCİ / HT PAZAR amestci kanlı terör saldırısı yaklaşık 2 haftadır dünyanın gündeminde, daha da kalacak... Saldırıların öncesi, sonrası, detayları dökülmeye devam ediyor. Öte yandan terörün İslam’la birlikte anılmasına da tepki veriliyor “Gerçek İslam bu değil!” Peki, İslam coğrafyasında neden terör vuku buluyor? Aşırı hareketlerin müsebbibi Batı mı, yoksa bu “Müslümanların Ortaçağ’ı” mı? İslam dünyası sınırları içinde beliren gayrimeşru, köktenci, aşırı hareketlerin panzehiri nerede? Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Profesör Hayri Kırbaşoğlu’na göre İslam dünyası, “Bilge Kral” Aliya İzzetbegoviç’in Bosna’sını örnek alabilir; mevcut sıkışık durumdan çıkış yolu ise yenilikçi İslam entelektüellerinde... Charlie Hebdo saldırısı üzerinden birçok tartışma yapılıyor ve terör eylemlerine binayen “Gerçek İslam bu değil” deniyor. Bu sözün belli bir haklılık payı var; “Gerçek İslam bu değil” derken “Gerçek İslam dini, masum, suçsuz insanlara İslam adına herhangi bir saldırı yapılmasını kabul etmez” diyorlar. Prensip olarak bu doğru. Fakat meseleyi çözmüyor. İslam’ı terörle nitelendirmek isteyenlerin olduğu muhakkak. Fakat bu, Müslümanların kendi tutumlarını gözden geçirmelerine engel değil. “Gerçek İslam bu değil”deki tek amaç, İslam’a yönelik olumsuz algıdan kurtulma çabası. Burada Müslümanları eleştirmek lazım bence, küresel ölçekte daha derin bir hesaplaşmaya gidilmeli. Bir iç hesaplaşmaya mı? Hem içeride hem dışarıda. İçeride gerçekten de 14 asır boyunca süren İslam öğretisinin üzerinde epey bir tortu birikmiş. Sapmalar olmuş. Dolayısıyla İslam’ın ne olduğu konusunda ciddi biçimde hesaplaşmaya gitmek lazım. Cemaleddin Afgani’den günümüze kadar gelen ve İslam dünyasının İslam algısını sorgulaması gerektiğini savunan pek çok entelektüel var. Afgani’den itibaren başlayan bu dalga, Kuran merkezli olmasına rağmen eleştirel, yani 15 asırlık bir geleneğin tortularını temizlemek isteyen bir düşünce. Ama bu seslere kulak tıkıyor Müslümanlar. Dolayısıyla bu hesaplaşmanın sonucu tabanlara Resmi statükolar, devlet kontrolündeki dini kurumlar; Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı, Suudi Arabistan’da Darulifta, İran’da mollalar gibi... Tortu nerede çıkıyor? En basit örnek “Allah’a, kitaba, Peygamber’e söven insanlar öldürülmeli mi, öldürülmemeli mi?” İslam’ın kurucu metni, Allah’a, kitaba, Peygamber’e söven, Peygamber’imizle alay eden, ona şair, mecnun, sihirbaz diyenlerin hepsini kayda geçmiş. Yani yapılan hakaretleri, Kuran kaydederek ebedileştiriyor. Ancak Kuran’ı baştan sona okuduğunuzda, bu insanların öldürülmesi gerektiğine dair tek bir harf bulamazsınız. Özellikle Hz. Muhammed’in mücadele ettiği birtakım Yahudi çizerlere suikast yapılmasına onay verdiği, bunu teşvik ettiği yönünde rivayetler var. Fakat bunların gerçekliği araştırılmamış bile. Kuran-ı Kerim’in bu konuya yorumu çok açık ve net olmasına rağmen onun tam tersi bir tutum, asırlar boyunca fıkıh kitaplarında, İslam’a dair eserlerde maalesef yer bulabilmiş. Ve bunun gibi pek çok şey söylenebilir. MÜSLÜMANLARIN BATI’YA SÖYLEYECEK SÖZÜ VAR’ Dışarıyla olan hesaplaşmaya dönecek olursak... Müslümanlar terörle birlikte ne zaman anılır oldu?Afganistan’ın Ruslar tarafından işgali ve buna karşı ABD’nin Taliban ve El Kaide gibi yapılanmaları desteklemesiyle. Şiddeti araç olarak kullanan ve inancının gereği olarak bu aracı kullandığı söylenen insanlar eğitimlerini buralarda aldılar. İslam dünyasında bu şekildeki birtakım tepkilerin ortaya çıkmasının baş sebebi Batı emperyalizmidir. Burada İslam dünyasının Batı’ya da söyleyecek bir sözü var. Müslümanların memleketlerini işgal ederek, medeniyetlerini yıkarak, masum insanları öldürerek, çaresiz bırakarak onları başka türlü hareket etme imkânı olmayan, -özellikle Filistin davasındaköşeye sıkıştırılmış bir kedi gibi davranmaya sevk eden, Batı ve onların arkasında duran siyonist İsrail yönetimidir. Bunları da hesaba katarak küresel ölçekte bir insaflı muhasebe yapmak lazım. Hem Müslümanların hem de AB ve ABD’nin bunu yapması gerekir. Bu, Müslümanları günah keçisi haline getirmekle de, “Gerçek İslam bu değil” diyerek kenara çekilip olayları izah etmekle de mümkün değil. Müslümanların kızmakta haklı olduğu sebepler, İslam dünyasının bir iç hesaplaşmaya gitmesinin önünü mü kesiyor? Kesinlikle. Bundan İslam ülkeleri, yönetimleri rahatsız olur. Sorgulama süreci siyasete kadar gider. İktidarlarının sallanacağını düşünürler, hiçbir eleştirel düşünceye müsaade etmezler. Buna Türkiye de dahil. Öte yandan İslam dünyasında ekonomik, siyasi hatta medya gücünü elinde tutan katı muhafazakâr gruplar var. Eleştiri öyle bir şey ki başladığında nereye gideceğini kestiremezsiniz. Bu sorgulayıcı zihniyet çok marjinal dar bir kalıba sıkıştırılmıştır. Ancak dikkatimizden kaçan istisnalar da var. Mesela Bosna Hersek Diyanet İşleri Başkanı Mustafa Çeriç son derece entelektüel bir adam. Batı’yla diyalog kurabiliyor, entelektüel düzeyde hesaplaşabiliyor. İlkeli duruyor. Ama 500 yıllık Avrupa İslam’ı olan Bosna İslamı’nı genelde bir inceleme konusu yapmaktan uzak duruyoruz. Bugün 21. yüzyıl İslam dünyasında bir örnek toplum ya da model gerekiyorsa bu Türkiye değil, BosnaHersek ve son yüzyılın bilge krallarından kabul edilen Aliya İzzetbegoviç’in çizgisidir. Ya da Roger Garaudy’nin, bizde Mehmet Akif’in, Nurettin Topçu’nun çizgisidir. Böyle bir damar var aslında. Fakat bu damar hem içeriden hem dışarıdan hem Batı tarafından boğazlanmak isteniyor. Bu düşüncelerin tabana yayılması mümkün olmadığı için bu şekilde kontrolsüz, kirlenmiş, dezenformasyona, manipülasyona dayalı kontrolsüz bilgiler, tepkiler ortaya çıkabiliyor. İSLAM, KÜRESEL EŞİTLİKÇİ BİR HAREKET SUNABİLİR’ İslam dünyasının referans noktası Batı mıdır? Kendisini Batı üzerinden mi var eder? Kesinlikle öyle değil. Artık İslam sadece Müslümanların kendi varoluşu için değil Garaudy’nin tabiriyle tüm gezegenin ve insanlığın kurtuluşu için umut kaynağı olarak var olması gereken ve sadece Müslümanlara değil Müslüman olmayanlara da rehberlik edebilecek bir öğreti. Dinin 21. yüzyıldaki anlamı ve yeri konusunda aslında iki referans var Birisi insanlığın karşı karşıya bulunduğu tehditler. Son 50 yılda Batı tarafından 27 milyon insanın öldürüldüğü söyleniyor; bütün bunlar psikolojik olarak biriktiği zaman Müslümanların tehdit algısı içerisinde olmalarını anlamak zor değil. Bu, Batı’nın doymak bilmeyen maddeyi, enerji hatlarını kontrol etme hevesinin insanlığa faturası. Müslümanlar da bunu görüyor. Batı medeniyeti, bizatihi bu tehdidin yaratıcısı nasıl kurtuluş ümidi olabilir? Potansiyel olarak, öğreti olarak bütün insanların eşitliği fikrine dayalı küresel bir harekete ihtiyaç var. Bu hareketi insanlığa sunabilecek en büyük potansiyel İslam’dır. Bunu yapabilmesi için Müslümanların kendi içlerinde İslam algılarıyla çok ciddi biçimde hesaplaşması lazım. Bugünü “Müslümanların Ortaçağ’ı” olarak tarif etmek mümkün mü?İslam dünyasına egemen olan şu anki dini düşünce, aslında en az 200-300 yıl veya daha önce üretilmiş düşüncelerin tekrarına dayanıyor büyük ölçüde. Ama genellemeler en riskli tutumlardır. “İslam dünyasının tamamı böyle” diyemezsiniz. Afganistan’la Malezya’nın, BosnaHersek’in, Mağrib’in İslam algısı resmedilmesi “Bildiğim, tarihte bir tek İran’da resminin çizildiği sembolik bir şey var, o da minyatür. Onun dışında bütün minyatürlerde Hazreti Peygamber’in yüzü beyaz ya da boş olarak gösterilir. Peygamber ve azizlerin resminin çizilmesi İslamiyet öncesi dinlerde bir ikon kültürüne, yani bir tür putperestliğe yol açtığı için ona kapı aralamamak adına Peygamber’imiz ve arkadaşlarının resminin çizilmesine karşı sert tedbirler alınmıştır. İslam’a dışarıdan bakan insanlar, İslamiyet’i de Hıristiyanlık, Yahudilik gibi zannediyor; Hz. İsa, Meryem, bu kadar insan alaya alınıyor, niye bize tepki gösteriyorlar?’ demeleri, İslam’ı tanımadıklarından kaynaklanıyor. İslam, dinler içerisinde, soyut resme karşı itiraz olmasa da peygamber ve arkadaşlarının resimlerinin çizilmesine karşı en hassas olan dindir.” “Bilge Kral” Aliya İzzetbegoviç’in mezarı kendi isteğiyle defnedildiği Kovaci’deki şehitler arasında Hersek ekolü“Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasındaki İslam’ adlı kitabında anlatıyor. Sovyet Blok ve Batı arasında kalmış bir bölge Bosna Hersek. İslam, Avrupa’nın yerli malıdır. Alman hükümetinin, AB’nin çıkarlarına hizmet edecek bir İslam yaratmak adına da bir Avrupa İslam’ı tabiri kullanılıyor. Benim dediğim bu değil; 500 yıldır Bosna’da süregelen İslam’dır. İslam dünyasının olumsuzluklarla anılmasının sebebi, kültür, sanat, felsefenin zayıf ve zayıflatılmış olmasıdır. Bosna’da bu çok güçlüdür. Bosna’da din eğitiminde bütün dini kurumlar, ilahiyat, Diyanet İşleri’ne bağlıdır. Başkanı Mustafa Çeriç, doktorasını Chicago’da yapmış, birinci sınıf İslam entelektüelidir. Bosna’nın hacmi küçük fakat özgül ağırlığı çok büyük. Bu insanlar Avrupa’yla iç içe oldukları için çok farklı bir İslami tasavvur geliştirmişler. Mutlaka İslam dünyasının geleceği bakımından bir örnek aranıyorsa bu Türkiye, İran ya da Mısır değil Bosna Hersek olmalı.” Neden Türkiye değil?İslam algısı açısından; siyasi ve ekonomik güçler açısından demedim. Bosna Hersek’teki ilahiyat fakültelerinin programlarına bakın, çağdaş konularla ilgilidir. Bosna Hersek, tamamen çağdaş sorunlarn karşısında dinin nasıl bir çözüm üretebileceğine yönelen çok farklı bir din eğitimi veriyor. Türkiye dışında, Arapça konuşamayan bir ilahiyat hocası olan tek ülke yok dünyada. BosnaHersek’in ilahiyat mezunlarına bakın; hepsi hafızlar gibi Kuran ve Arapça bilir. Bosna örneğinden ciddi dersler çıkartmak lazım. Türkiye’nin kendi artılarını inkar etmek mümkün değil ama İslam dünyasında, “İslam toplumu ya da tasavvuru bakımından en iyi ülkedir” demek de Türkiye için mümkün değil. Hatta Malezya kadar bile değiliz.” İslam’da reform’ “Türkiye’de dinde reform çabaları Hıristiyan reform çabalarıyla anıldığı ve halkımız da buna tepki verdiği için reform’ sempatiyle değil hatta tepkiyle karşılanan bir kelime. Eski kültürde buna tenzit deniliyor, ben Yenilikçi İslam’ diyorum. İslam’ın düşünce sisteminin baştan inşa edilmesi gerekir. Bu projenin mimarı da Muhammed İkbal’dir. Kitabının adı da yapılması gerekenin yol haritasını gösteriyor İslami Düşüncenin Yeniden İnşası’. Pakistan, İkbal’in söylediklerine kulak vermediği için bugün feci haldedir.”Yenilikçi İslam entelektüelleri’ Prof. Hayri Kırbaşoğlu, “Cemaleddin Afgani’den günümüze kadar gelen ve İslam dünyasının İslam algısını sorgulamak gerektiğini savunan pek çok entelektüel var” diyor ve ekliyor “Bu düşünceler, yönetici tabakalar ve muhafazakârlar tarafından sevilmiyor.” Kırbaşoğlu, bu entelektüelleri, eserlerini “İslam dünyasının mevcut sıkışıklığından çıkış yolu tekliflerini göstermek için” sıralıyor. Cemaleddin Afgani 1838-1897 “Afgani Kelami ve Felsefi Düşünceleri” Prof. Muammer Esen Afgani, İslam dünyasında geleneği sorgulama hareketinin mimarı olarak gösteriliyor. Muhammed İkbal 1877-1938 İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden İnşası Pakistan’ın fikir babası, milli şairi. Filozof. Batı’yı ve İslam geleneklerini eleştirel bir akılla ele alıyor. Mehmet Akif Ersoy 1873-1936 Üçüncü Yol Mukaddimesi-Prof. Hayri Kırbaşoğlu Kuran, sünnet merkezli İslam taraftarı. Akif, Afgani ve İkbal’in düşüncelerini şiirlerinde ifade eder. Musa Carullah 1873-1949 İslam Şeriatının Esasları Rızaeddin bin Fahreddin ile birlikte Kazan’daki “Ceditçiler” Yenilikçiler hareketinin mensubu. Amaçları, İslam’ı eğitim üzerinden ayağa kaldırmak. Malik Bin Nebi 1905-1973 Kuranı Kerim Mucizesi Cezayir bağımsızlık hareketlerinin önde gelen fikir babası. İslam dünyasının Batı’yla yüzleşmesiyle ilgili sorunları ele aldı. Fazlur Rahman 1919-1988 Pakistan’ın İslamizasyonu sırasında Cumhurbaşkanı Eyüb Han’ın danışmanıydı. Modernist. Bütün kitapları, makaleleri Türkçe’de. Ali Şeriati 1933-1977 İran Devrimi’nin mimarlarından. Marksizm’den etkilendi, sosyolog. Şii mezhepçiliği asgari düzeye indiren, Kuran merkezli, modern çağın meydan okumalarıyla hesaplaşabilen bir entelektüel. Tüm kitapları Türkçe’ye çevrildi. Hasan Hanefi 1936- Gelenek ve Yenilenme Kahire Üniversitesi’nde felsefe bölümünde öğretim görevlisi. İslam dünyasının sorunlarıyla ilgili el atmadığı konu yok. Seyyid Kutub’un sosyal adalet çizgisini savunur. İslam solunun dünyadaki temsilcisi görülür. Roger Garaudy 1913-2012 Marksist geleneğin önemli isimlerinden. Avrupa’yı çok iyi bilmesi itibarıyla Batı-Doğu sentezini ve eleştirisini yapar. Muhammed Abid El-Cabiri 1953-2010 Faslı. İslam geleneğini, Arap siyasal aklını analiz eder. Hemen tüm kitapları Türkçe’ye çevrildi. Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır fethinden İstanbul’a döndüğü 25 Temmuz 1518′den, Halifeliğin ilga edildiği 3 Mart 1924 gününe kadar 405 Yıl, 7 Ay, 9 Gün, bir dakika bir saniye ara verilmeksizin; Topkapı Saray-ı Hümayununun Hırka-i Saadet Dairesi’nde Hafızlarca Kuran-ı Kerim gelenek ara ara yasaklamalarla Allah’ın sesi neden kesilmek istenir onuda anlamış değiliz bugüne kadar gelmiştir. Ve halende devam ediyor...Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu geleneğe 1924 yılında son verilmişti. Son dönemlerde yeniden hayat bulduğunu, 24 saat aralıksız Kur’an-ı Kerim okunduğunu belirtelim. 24 saat aralıksız Kur’an okuyan saray hafızları ile yapılan muhteşem röportaj, dünyanın hayran olduğu Osmanlı geleneği , Yahya Kemal’in muhteşem tespitleri… İşte sizlere bir medeniyet portresi…HIRKA-İ SAADET TARİHÇESİHırka-i Saadet, Hz. Muhammed ait olan, keçi tüyünden yapılmış geniş kollu hırka, Hırka-i Saadet Dairesi ise Topkapı Sarayı’nda, bu hırkanın muhafaza edildiği yere verilen isimdir. Önceleri haremde muhafaza edilen hırka, görüyoz ki ”Harem” Muhteşem Rezalet dizisinde anlatılan bozuk düşünce ve batılı oryantalistlerin tasvir gibi bir yer değişmiş Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi’nin yapılmasıyla, diğer kutsal eşyalarla birlikte burada muhafaza edilmeye başlanmıştır. Hırka-i Saadetin içinde saklandığı gümüş sandukanın ve altın çekmecenin anahtarları yalnız padişahın kendisinde Sultan Selim Han’dan, Halife Abdülmecid Efendi’ye kadar devam eden ve bir gelenek haline gelen Hırka-i Saadet ziyareti, her Ramazan ayının 15′inde padişah, sadrazam, şeyhülislam ve diğer devlet erkanı tarafından yapılırdı. Padişah kilitleri açar, hırkayı çıkarıp önce kendisi, daha sonra erkan yüzlerini ve gözlerini sürerler, bu sırada imamlar ve müezzinler sürekli olarak Kur’an okurlardı. Ziyaret tamamlandıktan sonra yine padişahın bizzat kendisi, hırkayı yerine koyarak çekmece ve sandukayı kilitleyerek EN AZ 4 YILLIK FAKÜLTE MEZUNUTopkapı Sarayı’nda; dünyada eşi, benzeri olmayan bir gelenek sürdürülüyor. Tam 5 asırdır, sarayda kesintisiz 24 saat Kur’an okunuyor. Yavuz Sultan Selim döneminde başlatılan gelenek, Sarayın Kutsal Emanetler Bölümü’nde 12 hafız tarafından sürdürülüyor. Hafızların arasında en önce işe başlayan Necdet Vatansever ve Sinan Aslan.. Göreve yeni başlayanlar ise yıllık geçmişe sahip personel. Öncelikle, seçime tabi tutulmuş hafızlar. Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Bölümü’nde Kur’an okuyacak kişilerin seslerinin güzel olması gerekiyor. Yapılan tespitlerde hep, sesi güzel ve diksiyonu düzgün kişiler seçilmiş. Hafızların tümü 4 yıllık fakülte mezunu. Hafızlıktan sonra İmam Hatip Liselerinden mezun olan Topkapı Sarayı’nın 5 asırlık nöbetinin günümüz bekçileri, daha sonra da, İlahiyat Fakülteleri başta olmak üzere, 4 yıllık üniversiteleri bitirmişler. Topkapı Sarayı, İstanbul’da en çok ziyaret edilen mekânların başında geliyor. Çokça turistin ziyaret ettiği Saray’da görev yapan hafızlar, her ne kadar gelen insanlarla pek konuşmasalar da, bu 12 kişinin çoğu bir-iki yabancı dil biliyor. Arapça ve İngilizce’yi iyi konuşan hafızlar, görevlerinin dışında yerli ve yabancı turistlerle sohbet ediyorlar. Saray hafızları, söz konusu ziyaretçilerin kendilerini çok merak ettiklerini, bu geleneğin ne zamandan beri devam ettiğine ilişkin sorularına muhatap olduklarını ifade BİR HATİMHafızların kesintisiz Kur’an-ı Kerimi okumasının neticesinde, günde bir hatim indirilmiş oluyor. Başka bir ifade ile, 606 sayfalık kitap bir gün içinde bitiriliyor. Ertesi gün tekrar baştan başlayarak okuma işi sürekli devam ettiriliyor. “Kur’an-ı Kerim okunması 24 saat kesintisiz sürdüğü için günde ortalama bir hatim bitiyor. Bu da yılda 365 hatim indirmek demek oluyor” diye konuşan hafızlar, “Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok. Bu gelenek Türkiye’de ve İstanbul’a mahsus. Kabe’de 24 saat tavaf var ama 24 saat Kur’an okuma uygulaması yok. Bunun Cenab-ı Allah’ın toplumumuza bağışladığı bir hediye olduğunu düşünüyoruz. Yavuz Sultan Selim, döneminde başlayan ve günümüze kadar devam eden bu uygulama 5 asırlık bir nöbettir. Bizlerde bu 5 asırlık nöbetin mevcut bekçileri oluyoruz” dediler. YAVUZ SULTAN SELİM BAŞLATTIYavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönüp de, Peygamberimiz başta olmak üzere bazı peygamberlere ait kutsal emanetler İstanbul’a getirilince, manevi atmosferin bir şekil alarak devam etmesi için Hasoda’da Kur’an okutmuş. Kendisi başta olmak üzere, 40 hafızın nöbetleşe sürdürdükleri Kur’an okuma uygulaması, uzunca bir süre Peygamber efendimizin hırkayı şerifinin ve sancağının yer aldığı Hasoda da devam etti. Ancak daha sonra, Topkapı Sarayı’nda paha biçilmez bir Kur’an-ı Kerimi’n çalınması üzerine güvenlik önemleri hat safhaya alındı ve Kutsal Emanetlerin yer aldığı Hasodada Kur’an okumaya son verildi. Hafızlar, şimdi Kur’an-ı Kerimi, kutsal emanetlerin yer aldıkları Hasoda’nın dışında arzodası ya da arzhane denilen bölümde yapılan bir kulübede OKUYORUZAkşamları, Topkapı Sarayı boşaldığında hafızlar yalnız kalıyorlar ve genellikle de hafızlar bir saat arayla nöbet değişikliği yapıyorlar. Peygamberin ayak izinin yer aldığı platformun tam karşı çaprazındaki kulübede, geceleri tek başına Kur’an-ı Kerim okuyan hafızlar, seslerinin yankı yapması ve etrafın sessizliğinden dolayı bazen ürperdiklerini kaydettiler. “Gece kimlere Kur’an okuyorsunuz? Kimler sizi dinliyor?” şeklindeki sorumuza Hafız Mustafa Karahüseyinoğlu şu cevabı veriyor “Evvela hazreti peygamberin, şehitlerin, gazilerin ve bu ülkeye hizmet vermiş devlet büyüklerin ruhuna okuyoruz. Aynı zamanda hali hazırda devlete hizmet eden yöneticilerin daha başarılı olmaları için dua ediyoruz. Memleketimizin belalardan, savaşlardan, kıtlıklardan ve doğal afetlerden korunması için Kur’an okuyoruz. Gece-gündüz Kur’an okunması bence çok önemli. Gündüzleri bizleri insanlar dinliyor, geceleri ise dinleyicilerimiz melekler ve diğer varlıklar. Bu okunan Kur’an-ı Kerim hatimlerinin yüzü suyu hürmetine devletimizin bekasının devam ettiğin düşünüyoruz. Biz Topkapı Sarayı’nda 24 saat boyunca herkes için Kur’an okuyoruz.” 5 Asırlık bir geleneği sürdürdükleri ve Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Bölümü’nde Kur’an okudukları için dışardan gelen insanların kendilerine çok saygı gösterdiğini belirten, Hafız Sinan Aslan, “Anadolu’nun köylerinden gelip sarayı gezerken bizim kuran okuduğumuzu gören insanlardan nöbetimizi bitirene kadar bizleri bekleyenler oluyor. Biz çıkarken, “hocam bize dua edin lütfen” deyip kendi köylerine davet ediyorlar. Bizleri çok yerlere davet ediyorlar. Ama resmi olarak buranın personeli olduğumuz için başka bir yerde çalışmıyoruz. Fakat Kur’an okumak ibadet olduğu için bazen gittiğimiz, katıldığımız meclislerde okuduğumuz oluyor” dedi.“PADİŞAHLA AYNI MESLEĞİ YAPIYORUM”Topkapı Sarayı’nda Kur’an okuma geleneğini başlatan Yavuz Sultan Selim’in de hafız olduğunu söyleyen Sami Okumuş ise padişahla aynı mesleği yaptığını belirterek, Sarayda hafızlık yapmanın nasıl bir duygu olduğunu şu sözlerle dile getirdi“Bu hem padişah mesleği, hem sarayda yapılıyor hem de güzel bir gelenek. Bu üç unsuru bir arada tutan bir işi yaptığım için çok mutluyum. Kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü benim yaptığımı dünyada çok az kişi yapıyor. Kur’an okuduğum için saygı görüyorum. Ayrıca bu görevin de büyük bir sorumluğu var. Onun için her gün büyük bir özenle hazırlanıp buraya geliyorum.” İşlerini çok sevdiklerini her halleriyle belli eden hafızlar, kendilerine “saraylı” denilmesinde ise büyük keyif aldıklarını üçte birini sarayda geçirdiklerini vurgulayan Tayfun Kocagüncü, “iki gece evde üçüncü gece sarayda kalıyoruz. Üstelik görev yaptığımız zaman dilimi gece olduğu için o vakitlerde pek kimse olmuyor. Kendi aramızda da bunu esprilerini yapıyoruz. Bu geleneğin sadece Türkiye’ye özgü olmasının ülke tanıtımına katkısı olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu. ARAP TURİST HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI / Devamı Sayfa 2'de[PAGE]Sarayı ziyaret eden Arap turistlerin kendilerini gördükleri zaman çok etkilendiğini belirten Yakup Kansızoğlu, bazı turistlerin bir iki dakika yerlerine geçip okumak için kendilerine çok yalvardıklarını gün görev başında iken Kutsal emanetler bölümünü ziyaret eden bir Arap turistin kendi yerine geçmek istediğini ancak izin verilmeyince turistin ağladığını şu sözlere dile getirdi “Görevli hafızların dışında orada başka birisinin Kur’an-ı Kerim okuması yasak. Buna rağmen, bir-iki dakikalığına bizim yerimize geçmek isteyen insanlar oluyor. Turistler tatlı bir anı yaşamak için bizden oraya geçip Kur’an okumalarına izin vermemiz için istekte izin vermemiz söz konusu olamaz. Bir gün Arap turist yerime geçip Kur’an okumak için izin istedi. Ben de bunun mümkün olmadığını söyledim. Biraz sonra baktım turist hüngür hüngür ağlıyor. Yerimi terk etmemem gerektiği için de kalkıp kendisi ile bitince dışarı çıktım, baktım beni bekliyor. Yanıma geldi ve benimle konuştu. İzin verilemeyeceğini düzgün izah edince anlayışla karşıladı, fakat o kürsüde Kur’an okumayı çok arzu ettiğini söyledi.” NOTLAR NOTLAR.. NOTLARGececiler, nöbeti saat 16;30’da devralıyor ertesi sabah 08;30’da bırakıyor. Bir gecede üç kişi nöbet tutuyor. Her hafız, bir saat okuduktan sonra dinleniyor. Geleneğin aksamaması için olağan üstü çaba gösteriliyor. Hafızlar nöbetleri, bayram, düğün gibi önemli günlere de denk gelse işlerine gitmek birisi, kına gecesini sarayda görev yaparak geçiriyor, ertesi gün düğünü oluyor. Bir diğeri ise lokal bir ameliyat geçirdiği halde vücuduna atılan 5 dikişle işe geliyor ve görevini yerine getiriyor. Hepsi sıkı takip altındalar. Kameralar altında görev ÖYKÜSÜ DE İLGİNÇTopkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler bölümündeki geleneğin ilginç bir de öyküsü var. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönüşte, beraberinde getirdiği Hırka-i Saadet’i makam odasına yerleştirmiş, yanı başında yirmi dört saat Kur’an okunmasını istemişti. Beş asra yakın zamandır mülk ü milletin selâmeti için devam eden bu gelenek dönem dönem gündeme geldi. Hırka-i Saadet Dairesi’ndeki 24 saat Kur’an okuma geleneğine 1924 yılında ara devam edip, gecelerin ara verilen uygulama, İsmail Karaman’ın Kültür Bakanı olduğu 1996 yılına kadar sürdü. Ancak İsmail Kahraman; geleneğin, Yavuz Sultan Selim zamanında başlayıp 1920 yılına kadar gelen şekline kavuşturulup, sürdürülmesi yönünde karar aldırdı. 5 asırlık Topkapı Müzesi’nin eski müdürü Filiz Çağman’ın raporları doğrultusunda Kültür Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen tarafından, CD vasıtasıyla mekanik bir düzeneğin icrasına indirgenmek istendi. SON MUHAFIZ ANAHTARLARI KENDİ TESLİM ETTİ Saltanatın kaldırılmasından sonra, 3 Nisan 1924’te Topkapı Sarayı’nın müze olarak halkın ziyaretine açılmasına karar verildi. Bu dönemde -bilinenin aksine-dinî bir mahiyeti olan Hırka-i Saadet Dairesi’ne dokunulmadı, eski anane mucibince muhafazasına devam edildi. Bu sırada Emanetlerin anahtarları Hasoda Başeskisi Rasim Efendi’nin elinde bulunmaktaydı. 1856″da Enderun”a, 1879″da Hırka-i Saadet Dairesi”ne giren Rasim Efendi sarayın en eski ve muhterem mensuplarındandı. Ortada garip bir durum vardı; bir taraftan saray lağvolmuş, müze kurulmuştu, diğer taraftan da saraydan kalma bir daire müzenin içinde hayatiyetini devam ettirmekteydi. Üç yıl sonra 1927’de Rasim Efendi anahtarları kendi isteğiyle o zamanki Müze Müdürü Tahsin Öz’e teslim etti. Emanetler müze envanterine kaydedildi. Manevî hususiyetleri dolayısıyla uzun müddet genel ziyaretçilere kapalı tutulan Mukaddes Emânetler, 31 Ağustos 1962 tarihinde ilk defa modern müzecilik anlayışıyla halkın ziyaretine açıldı. Tabii artık Kur’an okunmuyordu. İlk kez 1980 yılında, Tevfik Koraltan’ın Kültür Bakanlığı döneminde müzenin açık olduğu saatlerde Kur’an-ı Kerim okunmasına karar verildi. Bir müddet sonra bu uygulamaya son verildi, uygulama 15 Mart 1991’de yeniden başladı. 25 Ekim 1996 tarihinden itibarense Kültür Bakanı İsmail Kahraman”ın talimatları doğrultusunda 24 saat kesintisiz Kur’an-ı Kerim okunmasına geçildi. 1999 yılındaki Topkapı Sarayı”ndan kitap çalınması hadisesinden beri geceleri Hırka-i Saadet Dairesi kilitlendiği için Kur’an-ı Kerim okunmasına yan taraftaki bir dairede devam ediliyor. Gündüzleri de hafızlar, eskisi gibi Hasoda’da okumuyorlar. Dört odadan oluşan Hırka-i Saadet Dairesi’nin Arzhane bölümüne yerleştirilen bir bekçi kulübesinde okuyorlar. YAHYA KEMAL “BU DEVLETİN İKİ MANEVİ TEMELİ VAR” Bir dostunun aracılığıyla Topkapı Sarayı’nı gezen Yahya Kemâl, Hırka-i Saadet Dairesi’nde o tarihe kadar 405 yıldır okunmakta olan Kur’an-ı Kerim’i işittiğinde, çok heyecanlanmış, duygularını şöyle kaleme dökmüştü “Yine bir gün padişahlarımızın Topkapı Sarayı”nda Revan Köşkü”nü ziyaret ediyordum; uzaktan Kur’an okunuyordu, yavaş yavaş sese doğru yaklaşırken nereden geldiğini ziyaretimde rehber olan zata sordum. Dedi ki “Hırka-i Saadet Dairesi’nden geliyor. “Peygamberimizin hırkasını sakladığımız cennet gibi yeşil bir odanın türkkârî penceresi önünde durduk. İçerde iki hafız vardı. Biri ellerini kavuşturmuş gözlerini yummuş oturuyordu, diğeri diz çökmüş müsterih ve yüksek bir sesle okuyordu, rehberime sordum “Hırka-i Saadet önünde Kur’an ne zaman okunur?” dedi ki “Dört asırdan beri her saat! Geceli gündüzlü.” Yavuz Sultan Selim’in Hırka-i Saadet’i Mısır”dan getirip bu odadaki mevkiine koyduğundan beri kırk hafız nöbetle Kur’an okur. Türk tarihinde bir dakika bile buradaki Kur’an sesi kesilmemiştir. Gezintilerimde bir hakikat keşfettim. Bu devletin iki manevi temeli vardır Fatih’in Ayasofya minaresinden okuttuğu ezan ki hâlâ okunuyor? Selim’in Hırka-i Saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor! Eskişehir’in, Afyon Karahisar’ın, Kars’ın genç askerleri siz bu kadar güzel iki şey için döğüştünüz!”

500 yıldır kuran okunan yer